Doktorsitesi.com’da düşük sonrası kadınların yaşadıkları psikolojik sorunları kaleme alan Psikolog Serap Duygulu’nun verdiği bilgileri çok faydalı bulduk ve Pudra.com sayfasına taşıdık. İşte Duygulu’nun “düşük” konusu ile ilgili açıklamaları…
Anne olmak bir kadın için belki de en özel duygu olması sebebiyle çok büyük önem taşır. Toplumların kültürlerinde anneliğe ve anne olan kadınlara verilen değer, statü ve kutsallık duygusu temel olarak üremeyi ve insan neslinin devamını sağlaması bakımından son derece teşvik edici bir tutumdur.
Hamileliğin ne kadar kolay geçerse geçsin aslında ciddi anlamda fizyolojik ve psikolojik değişimler getirdiğini ve doğumdan sonra da farklı boyutlara ulaşmasıyla beraber önemli bir süreç olduğunu biliyoruz. Hamileliğin ardından kucağa alınacak minik bebek daha önceden kadın ve erkek olan rolleri bir anda anne baba konumuna yükseltecek, eşler bebekle beraber çoğalmanın, aile olmanın keyfini ve mutluluğunu yaşayacaklardır. Bütün bu duygu durumlarıyla beraber hamilelik döneminin bitmesini beklerken bazen her şey tersine döner ve hamilelik beklenmedik biçimde düşükle sonlanabilir.
Düşük nedir?
Düşük, hamileliğin genellikle 20 haftadan önce kendiliğinden sona ermesi olarak tanımlanır ve hamilelerin yüzde 10 ile yüzde 25'inde düşük görülür. Aslında düşükleri vücudun bir seçimi, elemesi olarak görmek de mümkündür. Bazen sorunlu hamileliklerde annenin bedeni bu hamileliği sonlandırabilir. Ancak bazen ortada bir neden yokken ya da kaza, hastalık gibi beklenmedik durumlarda da düşük ortaya çıkabilir. Fizyolojik olarak sevimsiz ve sıkıntılı bir olaydır ama asıl sıkıntı psikolojik olarak yaşanır.
Düşüğün ardından depresyon
Özellikle hamilelik süreci ne kadar ilerlemişse eşlerin yaşayacağı stres, hayal kırıklığı ve üzüntü o kadar yoğun olacaktır. Hamileliğin ilk haftalarında yaşanan düşükler de çok üzücüdür ama henüz tam olarak oluşmamış bir bebek olması nedeniyle genellikle daha kolay atlatılır. Ancak uzun tedaviler ve uğraşlar sonucu elde edilmiş bir hamileliğin ilk günü dahi olsa kaybedilen bir bebek, anne baba adayı için oldukça kötü bir deneyimdir ve hamileliğin ilerlemiş aşamalarındaki düşükler kadar can yakıcı olabilir.
Ailenin yaşayan bir üyesini kaybetmiş kadar hüzünlü ve üzücü olarak algılanabilir. Bebeğin doğmadan kaybedilmesi her iki eşi aynı şekilde üzüyor olsa da daha ağır duygusal çöküntüleri yaşayanların kadınlar olduğu unutulmamalıdır. Kadınlar başlarına gelen böylesi üzücü bir duygu durumunda kendi kendilerini sorguluyor, eleştiriyor ve suçluyorlar. Yeniden çocuğu olmayacağını düşünen, umutsuzluğa kapılan birçok kadın hemen önlem alınmazsa, travma sonrası stres bozukluğu ya da depresyon yaşamaya başlıyor.
Travmanın dozunu artıran etkenler
Anne adayının bin bir hayal kurduğu, doğmadan geleceği üzerine planlar yaptığı bebeğini kaybetmesi tam anlamıyla bir travma etkisi yapıyor. Düşük yaşayan her kadın az ya da çok sarsılıyor. Kimi kadınlar durumu daha çabuk atlatırlarken kimi kadınlar ağır psikolojik sorunlar yaşayabiliyorlar. Durumun boyutunu belirleyen pek çok farklı etken var aslında:
Kıymetli bebek olarak tanımlanan ve aşılama ya da tüp bebek yöntemleri gibi tedaviler sonucu elde edilmiş hamileliklerde,
Anne adayının kendi sağlık sorunları nedeniyle hamileliğe izin verilmemesi veya başka hamileliklerin riskli olması durumunda,
Kadının ileri yaşta olması ya da tekrar hamilelik şansının düşük olması halinde,
Aile içinde ve eşler arasında gergin, çatışmalı bir ilişkinin varlığında,
Anne adayının depresyon geçirmiş olması ya da ruhsal bazı problemlerinin bulunması durumunda, yaşanan bir düşük halinde ortaya çıkan tepkinin dozu artabiliyor.
Düşük yapan kadınların hayatı nasıl değişiyor?
Bebeklerini kaybeden ve bu olay nedeniyle depresyon gibi psikolojik sorunlar yaşayan kadınların durumu incelendiğinde;
Düşükten dolayı kendilerini suçladıkları,
Duygusal dirençlerinin zayıf olduğu,
Olaylara bakış açılarının olumsuz olduğu,
Mücadele becerilerinin yetersiz olduğu,
Genellikle ekonomik düzeylerinin ortalamanın altında kaldığı,
Sosyal anlamda destek bulamadıkları,
Düşükten sonraki bir yıl içinde yeniden hamile kalamadıkları görülmüştür.
Yine, düşük sonrası kadının yaşadığı sorunlara karşı duyarlı bir çevre, sosyal ve psikolojik destek, ilgili bir eş depresyonun olumsuz etkilerini azaltmakta ve kadının hayata daha sıkı tutunmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle yoğun kaygı, öfke, suçluluk, özgüven kaybı gibi duygular azalmaya başlar ve kaybın kişiselleştirilmesi durumu hafifler.
Düşük “doğal eleme” demektir
Düşük sonrası en belirgin durum yaşanan kaybın kişiye özelmiş gibi algılanmasıdır. Bu durum da zaten depresyonun ilk adımlarıdır. Dünyaya getirmeye hazırlandığı bebeğini kaybetmek, özellikle ilerleyen hamilelik dönemlerinde elbette son derece üzüntü verici bir durumdur. Normal olarak üzüntünün yaşanması gerekir ve bu dönem kısa süreli bir yas dönemi olmalıdır. Eğer aylarca süren bir üzüntü durumu yaşanıyorsa, profesyonel destek alınmalı, mutlaka tedavi yoluna gidilmelidir.
Hamilelikler her zaman sağlıklı doğumla sonuçlanmıyor maalesef. Hatta birçok kadın hamile olduğunu bile anlamadan düşük yapıyor ve yaptığı düşüğü de fark etmiyor. Bu durum kadın vücudunun ve doğanın muhteşem bir dengesi aslında. Buna “doğal eleme” deniyor.
Genellikle bebeğin oluşumunda ve gelişiminde bir sorun olduğunda vücut normal dışı bir gelişim olması nedeniyle hamileliğin ilk haftalarında yanlış gelişen canlıyı yok ediyor. Birçok anne adayı durumu fark etmediği için herhangi bir psikolojik sorun da yaşamıyor.